25 Haziran 2010
Sayı: SİKB 2010/25

 Kızıl Bayrak'tan
Kürt halkını, ilerici ve devrimci güçleri, işçi ve emekçileri hedef alan saldırılara karşı birleşik militan direniş!
Faşist baskı, terör ve
operasyonlarla Kürt hareketi
tasfiye edilmek isteniyor
Kürt halkına yönelik dizginsiz saldırı ve şoven kudurganlık tırmandırılıyor
Kürt halkına yönelik devlet terörü tırmandırılıyor.../ BİR-KAR
AKP temsilcileri ile TÜSİAD şefleri
Washington’da huzura çıktı!
Sivas’ın katili sermaye devletinden hesap sormak için alanlara!
Hesap sormak için 2 Temmuz’da mücadele alanlarına! / BDSP
UPS işçileri patron-polis işbirliğine
geçit vermiyor!
Esenyurt’ta “sendika” gerginliği
Tersanede iş cinayetleri
hasıraltı ediliyor
15-16 Haziran Direnişi selamlandı
İşçi ve emekçi hareketinden.
Gençliği devrime kazanmak için eksikliklerimizi aşarak, yeni imkanlar yaratarak ileri yürüyelim!
27 Haziran’da Toplu Sözleşme Sempozyumu’na!
Sendikal ihanet çeteleri rant kavgasında!
Haziran bültenlerinden.
Petrol-İş Sendikası Genel Başkanı Mustafa Öztaşkın ile konuştuk
Milyarderler çoğalıyor,
yoksulluk büyüyor.
Emekçiler krizin faturasını
kabul etmiyor
Vatikan’ın Saramago
tahammülsüzlüğü
Kentsel yağmaya düzenleme
Politik irade ve savaş - M.Can Yüce
2 BDSP’linin tutukluluğu
devam ediyor
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

Milyarderler çoğalıyor,
yoksulluk büyüyor...

Asalak kapitalistlerin servetleri katlanırken, milyonların yoksulluğu da katlanarak büyüyor. Onlar zenginleştikçe milyonlar yoksullaşıyor. Bu bile, kapitalizmin çarklarının kimin için döndüğünü gösteriyor. Merrill Lynch Varlık Yönetimi Birimi ve küresel danışmanlık hizmetleri şirketi Capgemini tarafından hazırlanan “14. Yıllık Dünya Varlık Raporu”nun açıklanan sonuçları da bunu doğruluyor.

1 milyon doların üzerinde yatırılabilir varlığı olanların "varlıklı", 30 milyon doların üzerinde yatırılabilir varlığı olanların ise "ultra varlıklı" olarak tanımlandığı söz konusu rapor, 2009'da, dünyadaki varlıklı kişilerin, dünya ekonomisindeki zayıflıklara rağmen toparlandıklarını ortaya koyuyor. Dünyada 2009 yılında varlıklı kişi nüfusu yüzde 17,1 artışla tekrar 10 milyona ulaştı. Finansal varlıkları da yüzde 18,9 büyüyerek 39 trilyon dolara yükseldi. Ultra varlıklı kişiler de 2009 yılında varlıklarını yüzde 21,5 artırdı.

Küresel piyasa değeri 47,9 trilyon dolara ulaştı

ABD, Japonya ve Almanya, dünyanın varlıklı insan nüfusunun yüzde 53,5'ini oluştururken, Çin, ilk 10 ülke sıralamasında 4. sırada, İngiltere 5. sırada, Fransa 6. sırada yer alıyor. Varlıklı kişi nüfusuna göre en üst sıradaki 12 ülke 2008 yılı ile aynı ülkeler olurken, Asya Pasifik ülkeleri diğer bölgelere kıyasla daha yüksek büyüme sergiledi. Piyasa değerlerindeki canlanma varlıklı kişilerin servetlerinin artmasında en önemli faktör oldu. Küresel piyasa değeri 2009 yılında yaklaşık yüzde 47 artarak 47,9 trilyon dolara ulaştı.

Türkiye'deki varlıklı kişi sayısı yüzde 6,4 arttı

Hazırlanan son varlık raporunun dikkat çeken yönlerinden birisi de, Türkiye'deki milyoner sayısındaki büyük artıştır. Söz konusu rapora göre, Türkiye'de 2008 yılında 33 bin 700 olan 1 milyon doların üzerinde zenginliğe sahip kişi sayısı, 2009 yılında yüzde 6,4 artışla 35 bin 900 kişiye yükselirken, dahası bu kişilerin servetleri ikiye katlandı.

Peki servetlere servetler katılıp ekonomik alanda rekor ilerlemeler kaydedilirken ve “insanlık tarihi en zengin yılını yaşarken”, insanlığın ezici çoğunluğunu oluşturan emekçi kitlelerin cephesine bu zenginlik nasıl yansıyor? Rapor kuşkusuz bundan söz etmiyor. Oysa dünya üzerindeki her altı insandan biri, yani 1 milyardan fazlamız, her gün yatağa aç giriyor. Kazandığı para ancak ölmeyecek kadar karnını doyurmaya yetenleri de dahil ettiğimizde bu sayı 3 milyarı geçiyor.

Peki nasıl oluyor da insanlık tarihi en zengin yıllarını yaşarken böylesi bir manzarayla karşı karşıya kalınabiliyor? Aslında bunun yanıtı da raporda mevcut. Zenginlerin sayısı ve varlıkları arttıkça yoksullar listesi de misliyle kalabalıklaşıyor. Yani işçi ve emekçiler yoksullaştıkça, onlar daha da zenginleşiyorlar. Öyle ki, dünya nüfusunun yüzde 2’sinin sahip olduğu varlıklar, nüfusun yüzde 50’sinin sahip olduğundan daha fazla.

Dünyanın hali pür melali böyleyken Türkiye’deki emekçi kitlelerin durumu da bundan farklı değil. Asgari ücretin 576 TL olduğu Türkiye’de, aylık geliri 1200 TL’nin altında olan haneler nüfusun %87’sini oluşturmakta, aylık geliri 3000 TL’nin üzerine çıkan ailelerin oranı ise %2’yi geçmemektedir.

Türk-İş’in “Mayıs 2010 Açlık ve Yoksulluk Sınırı” araştırmasına göre, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 826 TL’ye, yoksulluk sınırı ise 2.691 TL’ye yükselmiş bulunuyor. Tüm bu veriler birlikte değerlendirildiğinde şu çarpıcı sonuç çıkıyor: Türkiye’de nüfusun %30’undan fazlası aç, %90’ından fazlası ise yoksul durumda!

Zenginler çoğaldıkça iş imkânı artıyor mu?

Sermaye sınıfı ve onun savunucuları, “zenginler çoğaldıkça daha fazla iş imkânı yaratılıyor” diyor. Ama gerçekler bu kuyruklu yalanı desteklemiyor. Veriler, dünya ölçeğinde 1 milyara yakın insanın işsiz olduğunu ortaya koyuyor. İşsiz sayısı her geçen gün daha da artıyor! Avrupa ve Amerika’daki köklü dev firmalar birbiri üstüne on binlerce işçiyi işten çıkarıyorlar. Sürekli işçilik tüm dünyada yerini hızla geçici ve kısa süreli işçiliğe bırakıyor. Burjuvazinin sendikasızlaştırma ve sosyal haklardan mahrum etme yöntemi olarak benimsediği bu yöntem, işten atılma korkusuyla burun buruna olan işçinin, çok daha uzun sürelerle çalışıp iki hatta üç kişinin yapması gereken işi tek başına sırtlanmasını da beraberinde getiriyor. Neticede fabrika kapıları kuyruğa giren işsizlerle doluyken, içerideki işçiler haftanın 7 günü, günde 12-16 saat çalışıyorlar. Bu da yetmezmiş gibi, yetişkinler işsizlikten kıvranırken, 5-14 yaş arasındaki 246 milyon çocuk, başta tarım olmak üzere her alanda işçilik yapıyor. İşte kapitalizm böylesine insancıl, böylesine akılcı, böylesine ahlâki bir sistem!

Bir tarafta işçiler iliklerine kadar sömürülürken ve devasa büyüklükte bir işsizler ordusu oluşurken, diğer tarafta milyarlara milyarlar katılıyor. Bu sistemde yaşadığımız tüm sorunların kapitalizmin işleyiş yasalarından kaynaklandığını harikulâde bir şekilde anlattığı Kapital’de Marx, bu duruma ilişkin olarak şöyle diyordu:

“Bir yandan, işçi sınıfının çalışan kesiminin aşırı çalışması yedek ordunun saflarını şişirirken, öte yandan da bu yedek ordunun rekabet yoluyla çalışanlar üzerindeki artan baskısı, bunları, aşırı çalışmaya boyun eğmek ve sermayenin diktası altına girmek zorunda bırakır. İşçi sınıfının bir kesiminin aşırı çalışmasıyla diğer kesiminin zorunlu bir işsizliğe mahkûm edilmesi ve bunun tersi, bireysel kapitalistleri zenginleştirmenin bir aracı halini aldığı gibi, aynı zamanda yedek sanayi ordusu üretimini, toplumsal birikimin ilerlemesine uygun düşecek ölçüde hızlandırır.” (Karl Marx, Kapital, sf.653-654, Sol Yayınları, 4. Baskı)

Tüm dünyada olduğu gibi, servetlerine servet katmanın sevincini yaşayan kapitalist Türkiye’de de yaşanan durum budur. Milyarderlerin ve onların servetlerinin artışına paralel olarak iş imkânları değil, iş saatleri ve işsizler, yoksullar, açlar ordusu artmaktadır.

Pembe tablolardan kara senaryolara

Bu sefaletin kapitalizm çerçevesinde düzelmesi ihtimali var mı? Kimi dönemlerde dünyanın kimi bölgelerinde kısmi düzelmeler olabilse bile, dünyanın içine girdiği yeni dönem düşünüldüğünde ufukta böyle bir kapı görünmüyor. Kapitalist dünya sistemi tarihsel bir bunalım dönemine girmiştir. Tam da bunun bir yansıması olarak küresel sermaye diktatörlüğü bu aralar insanlığa çok daha büyük yıkımlar hazırlamakla meşgul. Diğer taraftan bir başka gösterge de, giderek sıklaşan ekonomik sarsıntılardır. Oysa çok değil daha iki-üç yıl önce, burjuva iktisatçılar, ekonominin dünya ölçeğinde istikrar kazandığından, şöyle iyi büyüdüğünden, böyle güzel gittiğinden bahsedip pembe tablolar çiziyorlardı. Ama bu pembe umut bulutları çoktandır yerini kara fırtına bulutlarına bıraktı.

Kapitalizmin tüm ekonomiyle birlikte krizleri de küreselleştirdiği bir dünyada yaşıyoruz. Türkiye de bu küresel ekonominin bir parçası, üstelik en kırılgan parçalarından biri. Türkiye izlediği yüksek faiz politikasıyla yabancı sermayenin gözde ülkelerinden biri haline gelmiş bulunuyor. Bilinçli bir şekilde yüksek tutulan faiz oranları, yabancı sermayenin ağzının suyunu akıtıyor. Ekonomideki kötü gidişatı biraz olsun hafifletmek ve devlet borçlarını ödeyebilmek için yabancı sermayeyi ülkeye çekme politikası izleyen AKP hükümeti, kısa vadede bunun yolunu yüksek faiz uygulamasının devam ettirilmesinde görüyor.

Peki milyarlarca dolarlık fonları yönetenlerin yüzünü güldüren bu yüksek faiz ödemelerinin kaynağı nereden gelmektedir? Elbette işçilerin, emekçilerin sırtından ve cebinden. Devlet gelirlerinin büyük bölümünü oluşturan işçi ve emekçilere ödettirilen dolaylı ve dolaysız vergiler, işçilerin her geçen gün daha da geriletilen ücretleri, sürekli kırpılan kamu harcamaları, eğitime aktarılması gereken fakat aktarılmayan pay, sağlıktan yani insan hayatından yapılan “tasarruf”, asalak kapitalistlerin daha da palazlandırılması için kullanılıyor.

Şurası çok açık ki, nerede olursa olsun sermaye işçi sınıfının emeğinden ve hayatından çalınanlarla büyüyor. Bu sömürü düzeni devam ettiği sürece, burjuvazi, milyarderler listesindeki üyelerini her geçen yıl daha da arttırırken, sayıları milyarlara varanlar, açlıktan, yoksulluktan, aşırı çalışmaktan, önlenebilir hastalıklardan, iş cinayetlerinden dolayı kırılmaya devam edecekler. İki seçeneğimiz var: ya dur diyeceğiz bu gidişe, ya da devam edeceğiz sömürücülere hayat vermeye!