28 Ekim 2011
Sayı: SİKB 2011/41

 Kızıl Bayrak'tan
“Milli birlik-bütünlük” değil, mücadeleyi ve dayanışmayı
büyütme zamanı!
Özgürlük için direnen
halklar kazanacak!
Deprem değil devlet öldürüyor!
Deprem bir kez kapitalizm her gün öldürür!
Faşist kudurganlığa karşı devrimci direniş!
“Bir başka ulusu ezen her ulus,
kendisini zincire vurur”- H. Eylül
Kirli savaş için birleştiler
25 Sefer oldu zafer olmadı
Gençliğin 6 Kasım hazırlıklarından
Genç komünistler III. Ümit Altıntaş Gençlik Kampı’nda buluştu
Tarihsel dönem ve devrimci parti
İzmir’de kıdem tazminatı forumu
DİSK/Birleşik Metal-İş Sendikası TİS Uzmanı İrfan Kaygısız: “Kıdem tazminatı cephe savaşıdır”
Bir Çel-Mer işçisinden Birleşik Metal Gebze Genel Kurulu üzerine
BEDAŞ işçilerinden yürüyüş
Grevsiz sendika yasası ve KESK’in tutumu üzerine
Tunus’ta seçimlerin galibi dinci parti oldu
“İşgal et” eylemlerinepolis terörü
Yunanistan’da eylemlere
‘sol içi çatışma’ gölgesi
Her şeye rağmen umut insanda!
Mücadele Postası
Bu sayının PDF formatını download etmek için tıklayın

 

“Kürt ve Türk işçileri karşı karşıya getiremiyorlar...”

Çünkü onlar patronlarına
karşı birlik oldu!

Taşkaya Makine’de üç ay önce 13 arkadaşımla ekip olarak işe başladım. Ekibimin çoğunluğu Kürtlerden oluşuyor. Fabrikada toplam 60 işçi var. Çalışma koşullarımızın ise diğer fabrikalardan hiçbir farkı yok. İşçi güvenliğinin ve işçilerin öğle paydoslarında oturacak yerinin dahi olmadığı, sesten dolayı fabrika kapısındaki tavukların psikolojisinin bozulduğu gerekçesiyle kompresörlerin fabrikanın içine alındığı ve ses dışarı çıkmasın diye kapıların kapatıldığı bir ortam. Ama bir de fabrikada yatıp kalkan işçi arkadaşlar var ki onların durumu daha da kötü!

İlk işe başladığımız dönemlerde eski işçiler uzun süre bizimle hiç konuşmadılar. Hatta eski bir işçi benim Nevşehirli olduğumu öğrenince “Nevşehirliler milliyetçi olur” dedi. Yani Kürtlerin arasında ne işin var demeye getiriyor. Örneğin, başka eski bir işçinin vinci kullanması gerekiyor. O sırada vincin kumandası, kullanmamasına rağmen bir Kürt işçide duruyor. Kumandayı ondan istemiyor. Yani böylesi durumda bile işçiler arasında bir uzaklık var. Fabrikadaki bu durum ülkedeki siyasi atmosferden farklı değil. Ancak bu durum iki hafta içinde yoğun bir uğraş ile düzelmeye başladı.

Şöyle ki, fabrikada Kürt arkadaşları bu kadar dışarıda tutanlar, yaşanan bir olayla onlara içtenlikle teşekkür ettiler. Fabrika içinde bulunan tuvaletler kullanılmayacak derecede pisti. Eski işçiler daha üç gün önce Kürtleri pislik içinde yaşayan insanlar olarak görürkken, sonra kendi verdikleri kararla ellerinde fırçalarla tuvaletleri ve banyoları temizlerken gördüler. O zamana kadar kendi kullandıkları yeri temizlemeyi bile düşünmedikleri gibi sırf orası pis diye zorunlu ihtiyaçlarını karşılamak için bile kullanmıyorlardı. Tuvaletleri kullanılabilir hale getiren Kürt işçi arkadaşlara bunun için teşekkür ettiler. Şimdi ise o kadar ki, orada abdest bile alınıyor. Dahası yeni işçilerin kendi içlerindeki konuşmaları, birbirleriyle iletişimleri, uyumları da oldukça farklıydı. Bağırmadan, küfür etmeden, birbirleriyle yardımlaşarak fabrikadaki yaşamlarını sürdürüyorlardı. Bu durum fabrikadaki genel atmosferin tam tersiydi ve ister istemez bu ilişkilermiz fabrikadaki eski işçilerin dikkatini çekti, etkiledi. Bu zaman içinde eski işçiler arasındaki ilişkiler de düzelmeye başladı.

Tüm bunların yaşanmasının yanısıra bir de maaşları alamamamızın sıkıntısı vardı. 3. aya girdik hala maaş yok. Kimse de bir şey yapamıyordu. Konuştuğumuz işçilerin ise sıkıntıları çok büyük. Kimisinin eşi evi terk etmiş, kimisinin elektriği kesilmiş vs… Ama hala bir şey yapmıyorlardı. Eski işçiler arasında on-onbeş kişilik genç arkadaşlar tepkilerini açığa vuruyorlardı. Bir şeyler yapmak istiyorlardı ama ne yapacaklarını, nasıl yapacaklarını bilemiyorlardı. Bir seferinde çay paydosundan sonra işbaşı yapmak istemediler ama olmadı. Cuma günü maaşların verileceği söylendi. Cumartesi oldu maaşlar alınmadı, yeni bir haftaya girildi yine maaşlar yok… Bütün işçilerin canına tak etmişti. Ama onların sesleri ustabaşına, müdüre çıkıyordu sadece. Asıl tepkinin gösterilmesi gereken kişi bunlar değildi, tepkinin patrona verilmesi gerekiyordu. Sonunda yeni işçilerden birileri dedi ki: “Yarın çalışılmayacak. Fabrikanın içinde oturulacak. İçerideki maaşlar verilene kadar iş başı yapılmayacak.” Bu çağrı dilden dile dolaştı. Zaten bütün işçilerin istediği de buydu. İş bırakmak, hakkını söke söke almak… Nasıl olacaktı? Diğerleri gibi mi olacaktı yoksa umutsuzluk zinciri kırılacak mıydı?

Bazı işçiler umutsuzluk ve merak içinde geceyi sabah yaptı. Çok az işçi ise umudu öfkeye katarak uyandı… Sabah oldu servise binildi, kimseden ses çıkmıyordu. Radyoda 06 Metin’in iğrenç sesi bile yoktu. Fabrikaya gelindi, iş elbiseleri giyildi, söylenen söylenmişti. İkili-üçlü gruplar halinde işçiler orada burada bekliyordu. Herkesin gözü bir-iki işçiye bakıyordu. Onlar her zaman çay içtikleri yere, yani fabrikanın tam orta yerine oturdular. İşçiler sağdan soldan ürkek adımlarla oturanların çevresine toplandılar. İşbaşı zili çaldı. Ustabaşı bağırarak geldi, fabrika müdürü bağırarak bir şeyler söyledi. İşçilerden bir tanesinin ağzından tek bir cümle çıktı: “İçerideki alacaklarımız verilene kadar kimse işbaşı yapmayacak.”

Tüm ön yargılarını, korkularını yıkan, “bu işçilerden bir halt olmaz” diyen 60 işçi şimdi yan yanaydılar. Patronun karşısında geri adım atmadılar.

Maaşları alamadık fakat daha somut kazanımlar elde ettik. Tüm alacaklarımız bir hafta içinde ödenecek, her ay maaşlar ayın otuzunda değil beşi ya da onu arasında verilecek. En büyük kazanımımız ise işçilerin umutsuzluğu yıkmaları, isterlerse yanyana gelebileceklerini ve isterlerse patrona nasıl diz çöktüreceklerini görmüş olmaları... Bir işçinin ifadesiyle “dört yıldır burada çalışıyorum, meğer bizim patronun dili varmış” demesiydi. Daha da önemlisi ise Kürt ve Türk işçilerinin bu mücadele sayesinde birbirleriyle kaynaşması, kardeşleşmesi, ortak düşmanlarının sermaye olduğunu görmeleridir. Eğer ki bu mücadele olmasaydı yirmi dört askerin öldürülmesinden sonra artan şovenist saldırılar, fabrikada katlanarak kendini gösterecekti. Ama şu anda televizyonda bangır bangır bağırmalarına rağmen sermayenin temsilcileri fabrikadaki Kürt ve Türk işçileri karşı karşıya getiremiyor. Bu işçiler şimdi patron karşısında mücadeleyi nasıl yükselteceklerini birlikte konuşuyorlar.

Belki de yaşanan mücadele deneyimini en iyi anlatan ifadeler bir arkadaşımızın yazdığı şiirdedir:

Taşkaya’da olaylı gün,

Dünden beter oldu bugün.

İşçilere sanki düğün,

Hak arama günü bugün.


Taşkaya’da direniş var,

Üçüncü ay yok paralar.

Kış gireli dar boğaz var,

Sıkıntının günü bugün.


Balık takılmaz oltaya,

Üç aydır verilmez para.

Patron gelmez fabrikaya,

Dert anlatma günü bugün.


Âşık Rıza bu kadarı,

Elinde tuttu kaderi.

Yeter dostlar bu kadarı,

Uyarı günü bugün.

Ankara Kazan’dan bir kaynakçı